Responsive Ad Slot

Metin GÜRDERE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Metin GÜRDERE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Metin GÜRDERE | Annem Latife GÜRDERE

Hiç yorum yok
Tokattan.net | Metin GÜRDERE | Annem Latife GÜRDERE
A
nnem Latife Gürdere’nin hikâyesi, 20. YY.’ın ilk yarısında Anadolu’da yaşanan bütün acılardan payına düşeni yaşamış bir Anadolu kadının hikâyesidir. 1916 yılında ailesinin ilk çocuğu olarak Erzincan’da doğmuş. Henüz kırk günlük bebekken Rusların Doğu Anadolu’yu işgali durumu ortaya çıkınca ailece Erzincan’dan kaçmışlar. “Beni beşiğimden kucaklayıp, her şeyi geride bıkarak yollara düşmüşler” derdi. Sonra büyüklerinden dinlediği haftalar, aylar süren acılarla dolu göç yolları… 

Zile’ye kadar kaçmışlar. Zile’de, 40 yıl kadar önce 93 Harbinde (1877 Osmanlı Rus Savaşı) Kars’tan kaçarak Zile’ye yerleşen akrabalarının yardımıyla yeni bir hayat kurmaya çalışmışlar. Orada da Zile isyanı patlak vermiş. “Babam beni sırtına almış ekin tarlalarının arasında sürüne sürüne bizi kaçırmaya çalışırken top mermilerinin üzerimizden geçtiğini hatırlıyorum” diye anlatırdı. Ruslar geri çekilince memlekete dönelim demişler ve Erzincan’a geri dönmüşler. 17 yaşına gelince kendileri gibi Ruslar gelince Erzincan’dan kaçıp, geri dönerken de Tokat’a yerleşen akrabalarından olan babama istemişler, Tokat’a gelin gelmiş. O yıllar dünyada ve Türkiye’de büyük bir ekonomik krizin yaşandığı zor yıllar. Birlikte oldukları ilk gece babam anneme bir lira vermiş. Ertesi sabah “başka param yok” diye verdiği o parayı geri istediğini anlatırdı gülerek.

Gelin olarak Tokat’a geldikten birkaç gün sonra cumhuriyetin kuruluşunun onuncu yıldönümünü kutlama şenlikleri başlamış. Tam yeni bir hayat kurup biraz olsun rahatlayacakken 1939 Erzincan depremi olmuş. Annesini ve iki kız kardeşini o depremde kaybetmiş. Bu acıyı hep yaşadı. Daha sonra II. Dünya Savaşı, babamın yeniden askere alınışı, kıtlık, yokluk, çaresizlik yılları. Babam dökümcüydü. II. Dünya savaşı sonrası işleri gelişmiş, biraz rahatlamışlar. Ama birkaç yıl sonra 1952’de henüz 44 yaşındayken babam vefat etti. Ben henüz sekiz yaşımdaydım, annem 37 yaşında, iki de ablam var. Annem ondan sonraki hayatını bizi koruyup, kollayarak yetiştirmeye adadı.

Yoksul bir aile değildik, ama zengin değildik. Babam yaşasa ailemizin refah seviyesinin artacağına inanan annem zaman zaman;
Bostan ektim evlek, evlek
Dadandı karaleylek
Dedim bir murat alıyım
Koymadı kahbe felek

diye türkü söyleyerek ağlardı.

Feleğin acılardan acılara savurduğu birisi olarak beni geleceğinin güvencesi olarak görüyordu. En büyük korkusu üniversite eğitimi için gittiğim İstanbul’da Tokatlı olmayan bir kızla evlenerek orada kalmamdı. Çünkü böyle bir durumda geleceğinin güvencesini kaybedecekti. Korktuğu başına gelmedi.

Dik duruşlu, ailemizde her şeyin kendi istediği gibi olmasını isteyen, baskın kişilikli birisiydi. Doğal olarak çocukluktan delikanlılığa geçişimde benim üzerimdeki kontrolünü giderek kaybetti. Ama her zaman beni yönetmeye ve yönlendirmeye çalıştı. Öyle ki bakan olarak Türkiye’yi yöneten hükumetin üyelerinden biri olduğum dönemde bile neleri nasıl yapmam gerektiği konusunda bana talimatlar veriyordu.

Kişiliğinin bu yönü sebebiyle çatışmaları kaçınılmaz olacağı için evlenince eşimi uyarmıştım. “O ne derse desin sakın cevap verme” demiştim. Bir süre sonra annem bu durumdan da şikâyetçi oldu; “Oğlum, oğlum! Ne desem bana cevap vermiyor, beni çatlatıyor” dedi. Baştan eşimle kavil kestiğimiz için on yıl babamın ölmeden aldığı ahşap evde beraber yaşadık.

Ailemiz için yeni bir ev yaptırınca bütün ısrarlarımıza rağmen bahçesini bıkamayacağını söyleyerek oraya gelmek istemedi. Ama asıl sebep yeni evde hâkimiyetin eşime geçecek olmasıydı. Kadınlar, kendilerinin sahip oldukları, istedikleri gibi dayayıp döşedikleri ve yönettikleri bir evi olsun istiyor.

Astım bronşit rahatsızlığı vardı. Yaşı ilerleyince senede bir iki defa hastanede tedavi görürdü. Bu tedavilerden sonra biraz rahatlar, bir süre bizde kaldıktan sonra evine dönerdi. “Her seferinde beni Azrail’in elinden alıyorsunuz. Yaşa, yaşa bunun sonu ne olacak?” derdi. 2009 yılında kaybettik. Padişahlık döneminde doğan annem 93 yaşına kadar süren uzun ömrü boyunca Türkiye’nin yaşadığı değişme ve gelişmelere yaşayarak şahit oldu. Yeni gelin geldiğinde, evi idare lambası (gaz lambasının en ilkel şekli) ile aydınlatıyorlarmış. Bütün mahalle gibi suyu mahallenin çeşmesinden getiriyorlarmış. Senelerce evin yemeğini maltızda (odun kömürü yakılan özel ocak) pişirdi. Öldüğünde evinde telefonu, renkli televizyonu, buzdolabı, çamaşır makinası olan birisiydi.

Hiç okula gitmemişti, okuryazarlığı da yoktu. Ama sözlü olarak nesilden nesile aktarıla gelen sözlü kültürün temsilcilerinden biriydi. Kim bilir kimlerden öğrendiği halk hikâyeleri, masallar anlatır, atasözleri söylerdi. “Oğlum, oğlum sırrını karına bile söyleme!” derdi. Eşim bu söze halâ içerler. Bu sözler bende etkili olmuş ki sır saklamayı bilen birisi oldum...

   Metin GÜREDERE Devlet Eski Bakanı
 
 Tokattan.net
  tokattannet@gmail.com


Yazarın Diğer Yazıları
12 Eylül'de Tokat  13.09.2019
Tokat'a Dair Sosyolojik Analiz  05.11.2017
Tokat'ta Bayramlar  30.08.2017  

Metin GÜRDERE | 12 Eylül'de Tokat

Hiç yorum yok
Em. Alb. Erhan YÜCEL anlatıyor; "Sanırım 8 Eylül'dü, Erzincan’dan Sivas’a bir uçak geldi. Tugay komutanını Erzincan Ordu Komutanlığı’na götürdü ve akşamüstü geri getirdi. Tugay komutanı akşam döner dönmez tabur komutanını, alay komutanını, merkez komutanını ilgili birimleri odasında topladı. Ben de oradaydım.(O zaman binbaşı idim) Bir dosya çıkardı. 250-300 sayfalık klasör haline getirilmiş bir dosya.

Birinci sayfasında baş emir olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren ülke yönetimine el koyacağı emrediliyor.
Altında Genel Kurmay Başkanı Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanının imzaları var.
Ben bunu bizzat kendi gözlerimle gördüm.
Dört kuvvet komutanı ve genelkurmay başkanı müdahaleyi kararlaştırmışlar ve emrini yazmışlar.
300 sayfalık bir emir.
Sokağa çıkma yasağı nasıl uygulanacak, eczaneler nasıl açılacak, ekmek nasıl dağıtılacak, gazete nasıl dağıtılacak gibi iki günlük tedbirler.
Ondan sonra sıkıyönetim komutanlığınca verilecek emirlerin icrası, birinci derecede huzurun tesisi, asayişin sağlanması.
Bütün illerimizi ayrı ayrı yazmış.
Sivas nasıl olacak? Erzurum’da bu işi kim yapacak? Ankara’da nasıl olacak? Savunma nasıl olacak?
Komutanı olduğum “Sivas'taki Avcı Er Eğitim Taburu Tokat’a intikal edecek ve 12 Eylül hareketini orada icra edecektir” diye emrediyor.
Zannediyorum gece saat üç buçuk, dörde kadar bu emri ancak okuduk ve not aldık.
Tugay komutanımız:
“Hadi bakalım planlayın, nasıl yapacaksınız?” dedi.
Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koyacak ve ben de bunu Tokat’ta temin edeceğim.
Oturdum, planladım.
Tokat’a önceden belki 15-20 defa gelmiştim ama çok iyi bilmiyordum, tanımıyordum.

12 EYLÜL GECESİ TOKATTA YAŞANANLAR
Tokatta saat 02.00.
Bir gün önce Sivas'dan Tokat'a gelmiş olan Avcı Er Eğitim Taburunun askerleri ve Tokat Jandarma Alay Komutanlığına bağlı yaklaşık jandarmalardan oluşan yaklaşık 700 kişiyi görevlerine göre gurup, gurup düzenledik.
En önde ilk etapta müdahale edeceğimiz Emniyet Müdürlüğü’ne ayrılmış 40 kişi, 2 yüzbaşı ve ben.
Arkasında PTT binasına gidecek ekipler.
Görev sırasına göre sıralamayla yürüyeceğiz.
“Gazanız mübarek olsun” dedim, birlikte yürüyüşe geçtik.
En önde, ben ve jandarma Binbaşı Orhan Şahin, yürüyerek şehre inmeye başladık
Bizim karşımızda silahlı güç olarak emniyet vardı.
Jandarma zaten yanımızda.
Herhangi bir yanlış anlaşılmadan polisle herhangi bir çatışma olabilirdi.
Nitekim başka şehirlerde oldu da.
Onun için oradaki harekatın başında bizzat kendim bulundum.
Emniyet Müdürlüğüne geldik, kapıda 2 tane polis nöbetçi var.
Benim 40 tane tüfekli askerim, 2 binbaşı, 2 yüzbaşı.
Emniyet Müdürlüğüne girdik o iki polis arkadaşı sakinleştirdik.
Emniyetin bir telsizi vardır, bütün emniyet birimleriyle oradan konuşurlar.
İki seyyar ekibin minibüsle şehirde devriye gezdiğini biliyordum.
Oradaki polis memuruna bir şey hissettirmeden bunları çağırmasını söyledim, o da anons etti (çağrı yaptı);
“Bir numaralı ekip, iki numaralı ekip emniyetin önüne toplan” diye.
Biraz sonra birer, birer geldiler onları da aldık.
Emniyetin bahçesine oturtturduk, dedim ki:
“Telaşlanacak bir şey yok.”
Emniyet Müdürü Sadık Bey’i çağırdık.
Soy adını hatırlayamayacağım, benden yaşlı, çok beyefendi, çok görmüş geçirmiş, tecrübeli bir emniyet müdürüydü.
Ona telefon açtım durumu söyledim.
“Hemen geliyorum” dedi.
“Ben arabayı göndereyim” dedim.
“Yok, yok, benim arabam burada” dedi.
Kendi makam arabasına bindi geldi, odasını açtırmıştım zaten.
Odasında iki binbaşı, iki yüzbaşı, emniyetin çevresinde 40 tane asker ve kendi polisleri bahçeye oturmuş vaziyette.
Ona da durumu izah ettim.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke yönetimine el koyduğunu, bunun genelkurmay başkanının emri olduğunu, dört kuvvet komutanının bu emrin altında imzası olduğunu bizzat gördüğümü ve bu emri yerine getirmek görevinin de bana verildiğini söyledim.
“Tamam, binbaşım, şu andan itibaren bütün emniyet birimleri, başta ben olmak üzere emrinizdeyim” dedi.
Sağ olsun o işi böylece hallettik.
Ondan sonra Vali Beye telefon açtık, emniyet müdürüyle birlikte, evine.
Oraya da emniyet müdürünün arabasını gönderdik bir üsteğmenle.
Ben telefon açtım, dedim ki;
“Sayın valim, pencereden dışarı bakarsanız kapınızın önünde Emniyet Müdürü’nün arabasını göreceksiniz, sizi almaya geldi. Şu andan itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koymuştur. Lütfen emniyet müdürlüğüne kadar teşrif edin. Üsteğmen İbrahim Sessiz size refakat etmeye görevlendirilmiştir.”
Vali gönderdiğim üsteğmen arkadaşla birlikte geldi.
Rengi soluk ve heyecanlı idi, ilk cümlesi;
“Biz ne olacağız?” diye sormak oldu.
“Siz görevinize devam edeceksiniz” dedim.
Onun üzerine rahatladı, oturduk.
Tokat’ta kimsenin zarara uğramaması, rahatsız olmaması için neler yapılması gerektiğini ben zaten planlamıştım.
Vali, Emniyet Müdürü, ben, jandarma arkadaşım bu işi daha detaylandırdık.
Hükumet konağını açtık, Vali Bey’in odasına oturduk. Televizyonu açtık.
Televizyonda 12 Eylül harekatının bütün Türkiye’de başarıyla uygulandığı ve bütün Türkiye’de huzurun sükunun yerinde olduğu, herhangi bir kaygılanacak durum olmadığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke yönetimine el koyma harekatını başarıyla tamamladığı anlatılıyordu."

*** "20. Yüzyılda Tokat, III. Cilt Seçimler ve Siyaset" kitabımızdan okuyabilirsiniz...


 Metin GÜRDERE Devlet Eski Bakanı
    Tokattan.net       Tokattannet@gmail.com

Yazarın Diğer Yazıları
Tokat'a Dair Sosyolojik Analiz  05.11.2017
Tokat'ta Bayramlar  30.08.2017

Metin GÜRDERE | Tokat'a Dair Sosyolojik Analiz

2 yorum
Tokat’ın bir adının da “eşekçi memleketi” olduğunu biliyor muydunuz? Şimdiki gençler pek bilmezler ama Tokat’lılar halkın ilgisizliğinden veya yapılması gereken işlerin yapılmamasından dolayı bir olumsuzluk çıktığı zaman “Ne olacak işte, burası eşekçi memleketi” derler.Başkaları değil, Tokat’lılar kendileri için bu sözü kullanır. Biraz durumu açıklayan, biraz eleştiren, biraz da aşağılayan bir sözdür.

1966 Yılında İTÜ den yeni mezun, çiçeği burnunda inşaat mühendisi olarak Tokat’a gelmiştim. Atatürk heykelinin şimdiki bulunduğu yerin arkasında Topçam Garajı vardı. Oradan geçerken kim olduğunu şimdi hatırlayamadığım bir büyüğüm beni çevirdi ve:
“Ne yaptın yiğenim ?” diye eğitim durumumu sordu.
Ben de gururla ve şevkle:
“Amca mühendis oldum. Tokat’a geleceğim ve inşallah memleketime hizmet edeceğim,” dedim.
Adam bana o an önemini kavrayamadığım ve bu sebepten önemsemediğim bir öğüt verdi:
“Oğlum, gelme buraya, burası eşekçi memleketi. Osman Paşa Tokat’a gelseydi, Osman Çavuş olurdu. Gelmedi, Osman Paşa oldu.”

Ben de bu öğütle “eşekçi memleketi” sözüyle tanışmış oldum. Ama tam olarak ne anlama geldiğini anlayabilmem için, daha çok uzun yıllar başımdan olayların geçmesi ve başkalarının başından geçen olayları öğrenmem gerekecekti.

“Eşekçi memleketi” sözü eşeğe binen, eşek kullanan anlamındadır. Gerçekten de Anadolu’da yük taşımak için eşekten en çok yaralanan, eşeği en çok olan yer Tokat’tır. Özellikle de Tokat şehri ve civar köyleri...

Daha da önemlisi Sn. Cevdet AYKAN diyor ki: "Sosyal antropolojinin temel kurallarından biri de şudur: Alet (bir işi yaparken kullanılan araç) düşünceyi, hayatı kendisine uydurur. Kullandığı alet neyse insan odur. Alet değişince düşünce değişir, akıl değişir."

Eşekçi memleketi olmak, hayatını her gün bir eşeğin sınırlı taşıma gücü, düşük hızı, gidebileceği sınırlı uzaklık ile bağlantılı ve bağımlı olarak yaşamak ve bunun yüzlerce yıl sürmesi. Tokat'lıların hayata bakışını, hayatı kavrayışını, olayları değerlendirişini geleceğe dönük hedeflerini elbette etkiledi. Maalesef Tokat'ın gelişmesi ve geleceği ilgili en önemli ve hayati konularında olumsuz etki yaptı.

Tokat'ın Cumhuriyet dönemindeki yakın tarihi, bu hayat ve dünya anlayışı yüzünden yapılan hataların, kaçan fırsatların tarihidir. Bu anlayışa bakınca gördüm ki, bazı hatalar sistematik olarak, sürekli tekrarlanmış.

1926 yılında Tokat'ta Anadolu'un sayılı askeri liselerinden biri var. Tokat'lılar bu okulu istememiş. gitsin bu memleketten demişler. Gerekçe öğrenciler kızlarımıza sarkıntılık ediyor. (Sarkıntı dedikleri yollarda kızlara bakılması) ve bahçelerden meyve çalıyorlar...

Tren yolu Tokat'tan geçebilecekken engellenmiş, Tren yolu geçmediği için şeker fabrikası Turhal'a yapılmış. Kolordu karargahı ve askeri okul varmış, sahip çıkılmadığı için gitmiş. 1949' da sigara fabrikası yapılacakken makineler geldiği halde geri gitmiş. Taksan gitmiş. Vs. vs. Bunlar bildiklerimiz, kim bilir bilmediğimiz başka neler...
Bildiğimiz bir şey daha var.

Bu gün birer sanayi şehri olan batıdakileri bırakalım. Kahramanmaraş. Gaziantep, Malatya, Çorum gibi o yıllarda ekonomik potansiyeli ve gelişmişliği Tokat kadar belki de daha az olan şehirlerde ilk sanayi kuruluşları kurulmaya başladığı dönemlerde, Tokat'ta da başlamıştı. Oradakiler büyür, gelişir, yenileri kurulurken.. Tokat'takiler başarısız oldu ve yenileri kurulamadı.

Şimdi şu soruyu kendimize sormalıyız; "Bırakalım kendi başaramadıklarımızı, Tokat'a yapılacakken şu ya da bu sebepten kaçırdığımz büyük kamu yatırımları gerçekleşebilseydi, Tokat Sivas 'tan daha gelişmiş olur muydu?" Bunların gidişinin Tokat'a çok ağır bir bedeli oldu. Bunlara sahip bir Tokat daha kalkınmış, gelişmiş olacakken, gelişmişlik bakımından Türkiye'de en geride olan memleketlerden haline geldi.

Durumun Tokat'lılar çok eskiden beri farkındalar. Bunlara sahip çıkmayarak sahip çıkmayarak elden kaçırmış olmayı, Tokat'lıların kısa ve dar görüşlü olmasına bağlamışlar. "Yıllardır taşıyabileceği yük ve gidebileceği uzaklık sınırlı olan eşeği, yük ve eşya taşımak veya binek hayvanı olarak kullandık. Bu bizim hayata bakışımızı ve hayatı algılayışımızı etkiledi." diyerek biraz da kendilerini eleştirmiş olmak için Tokat'ın bir adını da "Eşekci Memleketi" koymuşlar.

Bu adi ben kovmadım. Başka şehirliler de koymamış. Tokat'lılar kendine bu ismi vermişler. Burası bizim memleketimiz. İnsanlar kendi memleketlerine eşekçi memleketi adı takacak kadar peş peşe hatalar yapmış olması da bizim gerçeğimiz.

Rahmetli ÖZAL bir seferinde bana: "Tokat çevremizdeki ve Türkiye'deki pek çok ile göre kalkınma ve gelişme potansiyeli olan bir il" demişti.

Rahmetli Süleyman DEMİREL de bir özel sohbetimizde: "Tokat potansiyeli ile bütün cumburiyet hükumetlerinin dikkatini çekmiş il" değerlendirmesini yaptı.

Bu değerlendirmeleri doğrulayan elimizde bir de bilgi var. 1944-45 dönemi Türkiye kamu gelirlerine katkı sıralamasında Tokat Ankara, İstanbul, İzmir de sonra 4, sırada. Evet, 4, sırada (Kaynak: Iktisadi Yürüyüş Dergisi- N. Zeki ARAL) Türkiye'nin kalkınma ve gelişmesine Adnan MENDERES'ten sonra damgası vurmuş iki devlet adamın bu değerlendirmelerine ve bunu destekleyen yukarıdaki bilgiye rağmen Tokat yeteri kadar gelişemedi.

Bugün iller arası ekonomik-sosyal gelişmişlik sıralamasında en alt sıralarda. Potansiyeline rağmen Tokat gelişemediyse, bir yerlerde hata yaptık. Acaba nerede hata yaptık? Ve daha önemlisi, neden yaptık?

Ve bir soru daha: Bütün bunların "Eşekçi Memleketi Tokat" sözü ile bir ilişkisi var mı?
İçinde yaşadığımız bu şehir binlerce yıldır buralarda yaşayan insanların yaptıklan, ettikleriyle oluştu, şekillendi.

Yapamadıkları, başaramadıkları ya da kaçırdıklarıyla eksik ve noksan kaldı.

Rahmetli ÖZAL bize derdi ki: "Nesiller gelir, nesiller gider, önemli olan nesillerin kendisinden sonrakilere neler bıraktığıdır.."

Ne dersiniz, eşekçi memleketinde yetişmek ve yaşamak; kendisinden sonra gelen nesillere bir şeyler bırakmak konusunda pek de iyi gelmiyor galiba?

***Tokat'a dair yaptığımız bu sosyolojik analizin geniş halini "20. Yüzyılda Tokat II. Cilt Sosyal Hayat" kitabımızın  "Eşekçi Memleketi Tokat" bölümünden okuyabilirsiniz...

 Metin GÜRDERE Devlet Eski Bakanı
    Tokattan.net       Tokattannet@gmail.com

Metin GÜRDERE'nin Diğer Yazıları
30.08.2017

Metin GÜRDERE | Tokat'ta Bayramlar

Hiç yorum yok
Herkesin dilinde bir söz vardır; "Nerde o eski bayramlar?" Eski bayramlar gerçekten de çok güzel olurdu. Çünkü o günlerdeki hayat bu günlere göre çok sade, çok durgun, tekdüzeydi. Günler birbirinin aynı olarak geçiyordu. Cep telefonları, elektronik haberleşme, özel araç sahipliğinin yaygınlaşması, uçak ve otobüslerde şehirler arası yolculuğun kolaylaşmış olması gibi sebeplerle bugün hayat o günlere göre en az yüz kat daha hızlı yaşanıyor.

İnsanların her anı dolu. Bir an durup da şöyle bir hayatı, bırakın başka anne ve babasını bile düşünecek vakti yok. Dikkati hep başka şeylere dönük.

Hayat bu hızlı akışı ile insanları esir almış, bir koşuşmacadır geçip gidiyor. Bayramlarda bu tempo içinde öyle arada bir gelip geçen günler haline geldi.

Değişen bayramlar değil insanlar ve hayat. Şartların böyle olmadığı, insanların hayatı sindire sindire yaşadığı eski sakin günlerdekini bayram demek farklı şeyleri yapmak, farklı şeyler yaşamak demekti.

Aslında bayram dediğimiz nedir ki?

Her gün yaşadığımız günlerden farklı günleri yaşamak.

Bayramları güzel yapan belki de bayram günleri kadar bayram hazırlıklarıydı. Bayram yaklaşınca herkesi bir heyecan sarardı. Günler önceden temizliği başlardı. O zamanlar evlerin temizliği bu günlerden zordu. Odaların döşemesi ev içindeki merdivenler, duvar boyunca yapılmış büyük dolaplar
hep ahşaptı. Bunlar tel fırçalarla silinerek temizlenirdi.

Ev halkına elbise, ayakkabı gibi şeyler "bayramlık" adıyla bayramlarda alınırdı. İnsanlara yeni bir elbise, yeni bir ayakkabı alınması bu günkü gibi sıradan işlerden değildi. Ailenin durumuna göre bunların bir-iki yılda özellikle çocuklar için mutluluk kaynağı olabiliyordu.

Arife günü mezarlık ziyaret günüydü. Bu adet bugün de devam ediyor. Bayram sabahı bayram namazı için camiye gitmek ayrı bir heyecan ve telaş konusuydu. Genelde insanlar kendi mahallesindeki camiye gider, bayram namazı da sonrası komşularıyla bayramlaşırdı.

İnsanların bir bayram namazında Yahya Kemal'in bir bayram sabahı Süleymaniye Camii'nde hissettiği ve ustalıkla dile getirdiği gibi yüce duygular kadar olmasa da kendince benzer güzel ve yüce duygular yaşadığını düşünüyorum.

Sonra eve dönüş, bayram yemeği, çocukların, gençlerin el öpme ziyaretleri...

Çocukluğumda rahmetli eniştem Mustafa KARAGÖZOĞLU ile bir bayram günü Kışla Semtindeki yakınlarına yaptığımız bayram ziyaretlerini hatırlıyorum. Ziyaret ettiklerimiz o günün şartlarında bile dar gelirli ailelerdi. Evleri küçük, misafir odalarındaki eşyaları çok sade idi. Pencerelerde elde
örülmüş perdeler, mahat yastıklarının üzerinde yine kanaviçe işlenmiş bir örtü. Bir kaç ahşap sandalye, yerde eskiden bezlerin şerit şeklinde yırtılıp tezgahta ipek dokunmasıyla yapılmış olan "çaput kilim" denen kilimler.

Bu sadelik icinde her yer pırıl, pırıl tertemizdi. Tıpkı insanların yüzleri gibi. Gülümsüyorlardı. Bu yoksulluk içinde mutluydular. Bu hayat şartlarını kabullenmişlerdi. Çünkü çevrelerindeki herkes bu şartlarda yaşıyordu. Doğup büyüdükleri ev de böyle bir evdi.

Herkes yoksulluk ve sıkıntı içinde idi. Mutluydular çünkü sahip olduklarından başka ulaşamayacakları istekleri ve beklentileri dolaysıyla da bunlara sahip olamama gibi mutsuzlukları yoktu.  Bu sebepten yoksulluk içinde bile mutlu insanlardı.

Bayramdan önce evinden ölü çıkmış olan aileler için ölümden sonra gelen ilk "ilk bayram" Tokat ve çevresinde çok özeldir. Bütün aile uzaktan yakından bir araya gelir. Onlar bayram ziyaret yapmazlar. Bayram günü acılarıyla bas başa kalmasınlar diye uzaktan yakından akrabaları eşleri dostları herkes onları ziyaret eder. Yaşlılar bile kendilerinden genç olanları ziyarete gider. Önceden bayram ziyareti yapmayanlar bile özel olarak "ilk bayram ziyareti" yaparlar. Günümüzde bu adet de Tokat'ta devam ediyor.

Bazı aileler için ilk bayram acısı hiç bitmez.

Babam çok genç yaşta 44 yaşında ölmüş, annem 37 yaşında dul, ablalarım ve ben öksüz kalmıştık. Ben 8 yaşındaydım. Yoksul değildik, babamdan kalanlarla "muhannete muhtaç olmadan" hayatımızı sürdürebiliyorduk. Ama bize sahip çıkacak, kol kanat gerecek kimsemiz yoktu. Yapayalnız bir kadın ailesi ve çocukları için hayat mücadelesi veriyordu.

Ve annem bayram sabahları gizli gizli ağlardı.

O gizlemeye çalışırdı ama biz bilirdik ağladığını...

 Metin GÜRDERE Devlet Eski Bakanı
    Tokattan.net       Tokattannet@gmail.com
Okumadan Geçme
© Tüm hakları saklıdır
2016-2022 Tokattan.net