Responsive Ad Slot

İbrahim BEYAZIT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İbrahim BEYAZIT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İbrahim BEYAZIT | Niksar Kale Lastikleri

Hiç yorum yok
Tokattan.net | İbrahim BEYAZIT | Niksar Kale Lastikleri
Y
oksulluğun, garibanlığın sembolü olan "kara lastik" Anadolu’da hala giyilmektedir. Kırsal kesimlerde daha çok tercih edilen kara lastikler her türlü hava koşullarına dayanıklıdır.

Dağda çobanın ayağında, okulda öğrencilerin ayaklarında ve gençlerin ayaklarında rengarenk görmek mümkünüdür kara lastikleri. Türkiye’de birçok ilde ayakkabı vitrinlerinde lastikleri bulabiliriz, su geçirmez, dayanıklı ve kolay temizlenme özelliğiyle ünlü ayakkabı markalarıyla rekabet edecek düzeydedir.

Toprakla haşır neşir olan insanımıza en sadık dosttur kara lastik. Çocukluğumuzun en moda ayakkabısı olan bu lastikler yaz kış demeden her mevsime göre tasarlanmıştır. Top oynarken, koşarken verdiği rahatlık gerçekten mutluluk vericiydi.

Anadolu insanının tabiriyle; kara lastik bizim için çarıktan daha gönüllüdür. İnsanımızın talihi kara, ayaklarına giydiği lastik kara ama gönlü aktır. Yolların asfalt olmadığı, çamurlu yollarda günümüz AVM insanının bulamadığı konforu ve huzuru mazide kısıtlı imkanlarla hayatına devam eden nesil bu durumu iyi bilir. 

Yediden yetmişe her kesime hitap eden kara lastiklerin en bilinenleri Emek ve Tor markalarıydı. Lakin Tokat’ın incisi Niksar’da ise Hacı Süleyman Erdem tarafından, küçük bir atölyede üretime başlanılan, Niksar tarihinde önemli bir yeri olan "Niksar Kale Lastikleri"'ni çoğumuz bilmeyiz. 

Hacı Süleyman Erdem (Kale Hacı)
1920 yılında Niksar’da dünyaya gelen Süleyman Erdem, beş kız çocuktan sonra ailenin tek erkek çocuğudur. Babası Abdullah Kasım, annesi Mehriban Hanım’dır. 

Baba Abdullah Efendi, Niksar’da çiftçilikle geçimini sağlayan saygın biriydi. Ailenin çocuklarına yoğun bir ilgisi vardı, Hacı Süleyman hem evde hem okulda zekası ve davranışlarıyla dikkatleri üzerine çekiyordu. Yardım severliği ve başarılarıyla okulda öğretmenleri tarafından takdir ediliyordu. 

Niksar’da 1930’lu yıllarda kısıtlı imkanlarla eğitimini tamamlayan Hacı Süleyman, bir süre Sivas’a halasının yanına gider. Sivas’ta yaşadığı süre içinde farklı alanlarda çalışıp para kazanmış, aynı zamanda ailesine de katkıda bulunmuştur. Gerek çocukluk gerek gençlik döneminde tarihe damga vuran birçok olaya şahit olmuştur. 

1930’lu yıllarda Niksar’da eğitim veren okullar; 5 sınıflı Gaziahmet Danışmend İlk Mektebi, 5 sınıflı Albayrak Mektebi ve 3 sınıflı olduğu için buçuk kabul edilen Ulucan İlk Mektebi (Mekteb-i kebir)’dir. Niksar Ortaokulu’nun yapımı 1943 yılında bitmiş, 1944 yılında alınan kararla, Niksar Hususi Ortaokulu adını alarak eğitim ve öğretim faaliyetine devam etmiştir. Niksar’da eğitim imkanlarının kısıtlı olması sebebiyle öğrenciler Tokat’a veya Sivas’a gönderilirdi. 

27 Aralık 1939 Erzincan depremi 7.9 şiddetinde meydana gelmiş ve 32.962 kişi hayatını kaybetmiş, yaklaşık 100.000 kişide yaralanmıştır. 20 Aralık 1942’de Niksar’da 7.3 şiddetinde meydana gelen depremde 3000 kişi can verirken 6300 kişi yaralanmıştır. Bu talihsiz olaylara, Hacı Süleyman Erdem şahitlik etmiş ve olaylardan çok etkilenmiştir. 

Geçen zaman içinde Hacı Süleyman Efendi askerliğini yapmış, evlenmiş ve iş hayatına atılmıştır. Askerden geldikten sonra tütün ve leblebi ticareti yapsa da aklındaki işi hayata geçirmek için planlar programlar kurmaktadır. Bir süre Niksar’da at koşum takımı yapar, 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ham madde sıkıntısı çekmiş ve istediği başarıyı yakalayamamıştır. 

Açtığı dükkanda eski araba lastiklerinden sandalet ve lastik imalatı yapmaya başlayan Hacı Süleyman Efendi, yaptığı kara lastiklerle Niksar’da büyük bir başarıya imza atar. Yeteneği ve zekasıyla ürettiği lastikler, başta Niksar olmak üzere birçok bölgede giyilmeye satılmaya başlanmıştır. Aklında daha büyük bir işletme ve onlarca çalışanla hizmet vermek vardır, bunun için Ankara’ya lastik imalatı yapan fabrikalara işin detayını öğrenmek için yola çıkar ve Nabi Dalbudak’la tanışır. Ankara’dan Niksar’a dönen Hacı Süleyman atölye açma fikrini ısrarla söylese de çevresinden destek bulamaz ta ki Rasim Erdemir işe ortak olana kadar. 

1952 yılında Niksar Bengiler’de Rasim Erdemir’le birlikte atölye açmak için gerekli malzemeleri toplayan Hacı Süleyman, üretime başlamak için yoğun bir çalışma içine girmiştir ve "Niksar Kale Lastikleri" markasıyla sektörde yerlerini alırlar. Aylar yıllar derken marka haline gelen kara lastikler model ve renkli üretimiyle yediden yetmişe, köylüden şehirde yaşayan insanların tercihi haline gelmiştir. 

Rasim Erdemir ve Hacı Süleyman Erdem’in ortak girdikleri lastik üretim işi zamanla çok karlı bir işe döner. Niksar’ın ismi çevre köy kasaba ve illerde duyulmaya başlanır. Deri işlemeciliğinde önemli bir yeri olan Niksar’da Çanakçı Deresi, Arasta Çarşısı deri işleyen tabakhanelerle doludur. İşlenen deriler başta Tokat olmak üzere çevre illere gönderiliyordu. İşlenen deriler mamül eşyaya dönüştürülüyordu. Gelişmiş el işçiliği, boyama işlemleriyle Niksar Tokat’ta önemli ticaret merkezine dönüşmüştür. 

1956 yılında Niksar’da un fabrikası satın alarak atölyeyi buraya taşırlar. 1960 yılında sadece lastik değil terlik imalatına da başlatırlar. Rasim Erdemir sağlık sorunları sebebiyle işlerine ara verir ve 1986 yılına kadar fabrikanın kontrolünü Hacı Süleyman Erdem alır. 

İşlerini her geçen gün büyüten ortaklar onlarca insana ekmek kapısı olan işletmeleri Niksar’ında kaderini etkilemiş, insanları istihdam ederek göçün azalmasını sağlamıştırlar. 1950’li, 1960’lı ve 1970’li yıllarda yoğun bir üretim gerçekleştiren Süleyman Efendi ve Rasim Efendi 1980’li yılların ortalarında farklı sebeplerden ortaklıklarını bitirmişler, kendilerine ait üretim merkezi ve markalarla yollarına ayrı devam etmişlerdir. 

Hacı Süleyman Erdem insanları kırmadan, incitmeden sabırla dinleyerek saygınlığından ödün vermemiştir. Her daim gelişime açık ve memleketin kalkınmasında elinden geleni yapmaya gayret göstermiştir. Kazandığı parayı iyi kullanmış, savurgan birisi olmamıştır. Yaşamı boyunca çok sayıda ödül alan Süleyman Erdem, Niksar Devlet Hastanesi için yaptığı yardımlar sonrasında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından Çankaya Köşkü’ne davet edilecek kadar değerli bir insandı. 

25 Şubat 1999’da Rasim Erdemir, 12 Nisan 2003 yılında ise Hacı Süleyman Erdem hayatlarını kaybederek Rahmeti Rahmana kavuşmuşlardır. 

Memleketimize yaptıkları hizmetlerinden dolayı bu önemli şahsiyetleri unutmamak ve hatıratlarını yaşatmak önemli bir vazifedir. 

Rahmet ve minnetle...

   İbrahim BEYAZIT  Araştırmacı Yazar
 
 Tokattan.net
  ibrahimbeyazit60@gmail.com


Yazarın Diğer Yazıları

İbrahim BEYAZIT | Tokatlılar nasıl hamamcı oldu?

Hiç yorum yok
Tokattan.net | İbrahim BEYAZIT | Tokatlılar nasıl hamamcı oldu?
T
okat denilince aklınıza birçok şey gelebilir, Tokat kebabı, üzüm bağları, tarih, yöresel oyunlar, yazmacılık, doğa...

Ama birçok insan Türkiye'nin her köşesinde bulunan hamamların birçoğunun neden Tokatlılar tarafından işletildiğini bilmez.

Tokat'a yolunuz düştüğünde muhakkak gidilmesi gereken yerlerin başında hamam gelmeli. Ali Paşa Hamamı (1572), Pervane Hamamı (1277), Paşa Hamamı (1437) hizmet veren eşsiz tarihi yapılardır.

Hamamlar, ibadet ve temizliğin buluştuğu yerler olarak bilinir çünkü; hamam camilerin yanında veya yakınında kurulurdu. Selçuklulardan, Osmanlı'ya ve günümüze kadar hamamcılık bir gelenek, meslek olarak yaşatılmaktadır. Bu durum hamam kültürünün Tokatlılar için köklü bir geçmişinin mirasıdır. Türklerin kendilerine vatan edindikleri Anadolu’daki Roma hamamlarını kolayca benimsemeleri ve dönüştürmelerinde İslamiyetin temizliğe özel bir anlam atfetmesi ve en temel ibadetlerinden biri olan namazla birlikte paralel bir bedensel temizlik zorunluluğu olması yatmaktadır. Bu nedenledir ki hamamın Türk kültürüne girişini kolaylaştırmıştır.

Tokat'ta Roma, Bizans, Danişmentli, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yapılmış hamamlar ve hamam kalıntıları hali hazırda mevcuttur. Tokat'taki tarihi yapılar içerisinde hamamlar nüfusa oranla bir hayli fazladır. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi ne göre Tokat'ta 12 hamam vardır. Bu tarihi hamamların bir kısmı günümüzde hala kullanılmaktadır. Hamamların bazıları ise harabeye dönmüş durumdadır.

Osmanlı'da bir meslek el değiştiriyor
Türk hamam geleneği asırlar boyu yaşatılmıştır ve Anadolu'da hangi hamamın kapısı aralasanız bir Tokatlı tellak bulmanız kaçınılmazdır. Osmanlıdan bu yana gelen Türk hamam geleneğinin devamını sağlama ve işletmede Tokat ahalisinin önemli bir payının olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Günümüzde Tokatlıların adlarının hamamlarla anılması ise bir devri kapatan Patrona Halil isyanına kadar dayanıyor. 

Beyazıt Hamamı, İstanbul’da Türk hamam mimarisinin bugün ayakta kalabilmiş mimari nisbetlerin âhengi bakımından en gösterişli örneğidir.

2. Beyazıt zamanında yaptırılan İstanbul'un en büyük hamamlarından olan Beyazıt Hamamının işletmecisi isyancı 'Patrona' lakaplı Halil idi. Beyazıt Hamamı erkekler ve kadınlar kısımlarına sahip bir çifte hamamdır. Yan yana olan kısmen taştan inşa edilmiş bu iki bölümün büyük kubbeli soyunma yerleri cadde kenarında olmakla beraber erkekler kısmının yüksek sivri kemerli bir taçkapı karakterinde olan girişi caddeye açılmaktadır.

III. Ahmed döneminde Osmanlı Batıyla yakın ilişkiler kurmuş bazı reform girişimlerinde bulunulmuştur. Lale devri, 1718 yılında padişah III. Ahmet ve sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde başladı. Pasarofça Antlaşması ile başlayan bu dönemde birçok yenilikler yapıldı. Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin oğlu ile Macar asıllı İbrahim Müteferrika'nın yardımı ile İstanbul'da ilk matbaa kuruldu. Yangın söndürmek için kurulan ilk modern kurum olan Tulumbacı Ocağı ise Gerçek Davud Ağa tarafından kuruldu. 

Lale Devrinde hamam işletmelerinde Arnavutların etkisi vardır. Hamamlar en mahrem alanlar olmakla birlikte en gizli, önemli işlerin konuşulduğu yerler olarak da kullanılmaktaydı. Bu sebeple hamam işletmelerinin güvenilir insanların olması hem can güvenliği hem de mahremiyetin korunması açısından önemli bir meslekti.

Hz. Mevlana'nın "Tokat'a gitmek gerek , Çünkü Tokat'ta insan ve iklim mutedil" diye övdüğü tek şehirdir. 

Patrona Halil Arnavut kökenli, Beyazıt Hamamında işletmeci ve tellak olarak çalışmaktaydı. Halil'e hamam işletmeciliği görevi Osmanlı Padişahı III. Ahmed tarafından verilmişti.

Lale devrinde organize edilen cinayetler genelde hamamlarda işlenmeye başlanmıştır. Hamamlarda silah, bıçak gibi savunulacak şeyler olmadığından insanlar çaresizce öldürülmekteydi. Bu durumu fırsat bilen Patrona Halil, tellakları ayarlayıp istediği kişileri boğduyor veya farklı tekniklerle rahat bir şekilde öldürtebiliyordu. Böylece cinayetler, isyanlar kontrol edilemez bir hale gelmiş ve süreç Lale Devri padişahı III. Ahmed'i tahtan indirmeye kadar gitmiştir.

Lale devrinin bitmesinde neden olan Patrona Halil İsyanı, III. Ahmed'i tahtan indirmiştir. İsyan sonrasında tahta geçen I. Mahmud kontrolü ele aldıktan sonra isyancıları, hamamcıları ve tellakları cezalandırıp, İstanbul ve Anadolu'daki hamam işletmelerini Tokatlılara vermiştir.

I. Mahmud'un vatanını satmayan güvenilir insanlara ihtiyacımız fermanına karşılık, vezirlerin önerisiyle günümüze kadar devam eden hamamların işletmeciliği ve tellaklık mesleği artık Tokatlıların olmuştur.

Dünya siyasi tarihine damga vuran ve üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu birçok milleti sınırları içinde barındırmış, her dönemde olduğu gibi Tokatlılar en güvenilir teba olmayı başarmıştır.  Tokatlılar, 21 yy. Türkiyesi'nde binlerce yıllık bir mesleği Anadolu'nun her köşesinde yaşatmayı ve itibar kazandırmayı başarmıştır. Bugün Edirne'den Kars’a, Samsun'dan Hatay'a kadar her bölgede bulunan hamamlarda Tokatlı hamam işletmecisi veya tellak bulmak bizim için gurur kaynağıdır..


   İbrahim BEYAZIT  Araştırmacı Yazar
 
 Tokattan.net
  ibrahimbeyazit60@gmail.com


Yazarın Diğer Yazıları

İbrahim BEYAZIT | Fatih’in Hocası Tokatlı Molla Hüsrev

Hiç yorum yok
Tokattan.net | İbrahim BEYAZIT | Fatih’in Hocası Tokatlı Molla Hüsrev
T
okat’ın sahip olduğu değerli şahsiyetleri anlatmadan önce eşsiz güzelliklere sahip, coğrafyadan bahsetmeden olmazdı. Söz konusu Tokat olunca, herkesin överek anlattığı renklerin, dostluğun, hoşgörünün bilgeliğin şehri desek eksik bile söylemiş oluruz aslında. Almus Barajı’ndan doğan yeşilliğin tüm tonlarını Pazar, Turhal, Niksar, Erbaa, Zile, Başçiftlik ve Reşadiye ilçelerinde de görebilirsiniz. Her gelenin havasına suyuna doğasına hayran kaldığı bu şehir ilim ve irfan yurdu olarak da bilinir.

Tokat’ı sadece görerek değil zihinlerde de konuk ederek yaşamak lazım. Baştan başa nazlı nazlı akan ırmaklar, efsunlu renkler insanı zinde tutarken, huzur bulmamızı da sağlar. Tokat demek, hoşgörünün hakim olduğu, huzur ve güvenin toprakları demektir. Tokat, büyük Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayır duasına mazhar olmuş kadim şehirdir. Alimler Konağı, Fazıllar Yurdu ve Şairler Yatağıdır.

Osmanlı’ya 6 tane Şeyhu-l İslam yetiştiren Tokat, gönülden dualara mazhar olmayı başaran ender şehirlerdendir. Osmanlı’nın en üst makamlarına devlet adamı yetiştiren bu topraklar her zaman övgüye ve hoş görüye layık olmuştur. Altı asırlık İslam coğrafyasında yerini en mümtaz şekilde muhafaza eden Tokat, ünü en ücra köşelere kadar duyulan Molla Hüsrev’i de bağrından yetiştirerek İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’e hoca olarak yetiştirmiştir.

Molla Hüsrev Efendi
Çağ kapatıp çağ açan, imparatorluk yıkıp Osmanlı’yı dünya hakimi yapan Fatih Sultan Mehmet Han’ın Zamanın Ebu Hanife’si olarak gördü Molla Hüsrev Tokatlı idi. Mehmet Han’a azimkar olmayı, idealist olmayı ve cesaretinden ödün verilmeyeceğini öğreten mümtaz alimler vardı. Bu din alimlerinden biri de Molla Hüsrev’di. Türkmen kabilesi mensubu olan Molla Hüsrev, Tokat sınırları içinde bulunan Kargı Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Muhammed Feramuz’dur. Bazı kaynaklarda doğum tarihi (?-1480) olarak yazılsa da kesin olarak doğum tarihi bilinmemektedir.

Yüksek tahsilini tamamlamak için Edirne’ye gelen Molla Hüsrev, genç yaşta Haydar Herev’iden aldığı derslerle müderris olmayı başarmıştır. 2.Murad döneminde ilmi ve irfanından bahsettiren Hüsrev Efendi, İstanbul’u fetih ederek peygamberimizin duasına mazhar olan büyük komutan Fatih Sultan Mehmet’in de akıl hocalığını yapmıştır.

Sırasıyla Edirne Kadılığına gelen Molla Hüsrev Efendi, İstanbul’un fethinden sonra İstanbul kadısı olarak görev yapmıştır. Sultan Fatih’in Manisa’da aldığı şehzadelik eğitiminde büyük rol oynayan Molla Hüsrev, Dönemin Ebu Hanife’si olarak bilinmiştir.

Osmanlı ilim ve irfana önem veren bir imparatorluktu. Uzun yıllar hizmet hayatında çok sayıda alimin yetişmesini sağlayan Hüsrev Efendi, çok sayıda da eser kaleme almıştır.

Asrın İmamı olarak görülen Molla Hüsrev, Fatih Sultan Mehmet’i şehzadeliğinden beri yalnız bırakmamış İstanbul’da kadılık yaptığı sürece adalet ve liyakatten ödün vermemiştir.

Temizliğe büyük önem veren Hüsrev Efendi, eli açık bolca bağış yapan hayırsever mütefekkir, din alimiydi. Cuma namazlarını Ayasofya’da kılar ve kıldırırdı. Talebeleri ve halk arasında itibarı büyük olan Hüsrev Efendi, sözünü tutan, ilmiyle amel etmiş, mütevazi bir hayat süren bir din bilginiydi.

Osmanlı hukuk tarihinin önemli şahsiyetlerinden olan Molla Hüsrev'in şiir, hat sanatı, dil, edebiyat alanlarında eserleri bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet’in yetişmesinde büyük emek ve gayret gösteren bu zat, Sahn-ı Seman Medreselerinin programını hazırlayanlar arasında çalışmalar yapmıştır.

Bir rivayete göre Sultan Fatih bir toplantı esnasında, sultanın kendisini sol tarafına, Molla Gürani’yi de sağ tarafına oturmasına kırılan Molla Hüsrev bu olay sonrasında Bursa’ya yerleşir. İlmi çalışmalarına Bursa’da devam edem Hüsrev Efendi 1480 yılında hayatını kaybeder. Bursa’da mezar taşında; ‘’Menba-ı İlmühüner, Varis-i ulume Hayr-il beşe, Fazlı mürşidi eser Sahibüd-Dürer vel Gurer Mevlana Muhammed Hüsrev’’ kitabesi yazar.

Eserleri;
Dürer-ül Hükkam fi Şerh-i Gurer-il Ahkam
Şerh-ul Miftah
Şerhut-Telvih
Şerhu Usül-ül Pezdevi

   İbrahim BEYAZIT  Araştırmacı Yazar
 
 Tokattan.net
  ibrahimbeyazit60@gmail.com


Yazarın Diğer Yazıları

İbrahim BEYAZIT | Başçiftlik'in İlk Öğretmenlerinden Kazım ÖZCAN

Hiç yorum yok
Tokattan.net | İbrahim BEYAZIT | Başçiftlik'in İlk Öğretmenlerinden Kazım ÖZCAN
B
aşçiftlik ne yazık ki tarihteki yerini bir türlü netleştirememiş, son dönemde yazılanların, söyleşilerin ve anlatılanların ötesine gidememiştir. Kimisi için cennet, kimisi için ekmek mücadelesi olan bu şehir var olma mücadelesi içinde yitip gitmektedir. Çok az sayıda tarihi bilgiye sahibiz Başçiftlik hakkında, ne yeraltı ne de yer üstü araştırmaları yapıldı. Özellikle son yıllarda adından söz ettirdi ama yine de hak ettiği değeri bulamadı. Aktif olarak yaşayan nüfusun yüzde doksanı yaşlı ve emeklilerden oluşmaktadır. Gerek coğrafi konumu, gerekse iklimsel özelliklerinden dolayı Başçiftlik’te altı ay yaz, altı ay da çetin kışlar yaşanmaktadır.

Geçtiğimiz yaz, ağustos ayının serin bir akşamında bir dost meclisinde Başçiflik’i tartışırken lisede bir dönem tarih dersimize giren bir öğretmenimiz, büyüğümüz Başçiftlik’e 1925 yılında bir öğretmenin geldiğini ve yaşadıklarına dair hatıratlarını yazdığı ‘’BİZİM KÖYÜN MÜELLİFİ KAZIM ÖZCAN’’ adlı eseri şahsıma anlatmıştır. Ben de şimdilerde memleketimizin tarihine notlar düşebilmek adına bu yazıyı kaleme aldım.

Elbette yaşadığımız, havasından suyundan istifade ettiğimiz memleketimize; eğitim, sağlık, ulaşım, tarım gibi alanlarda şu partili bu görüşlü demeden, kimseyi ötekileştirmeden kim bu şehrin gelişimi ve değişimi noktasında hizmet ettiyse, kim bu davada emek sarf ettiyse o isimler yaşatılmalı ve hatıratları gün yüzüne çıkartılmalıdır.

Bizim Köyün Müellifi Kazım ÖZCAN

Uçlarını birleştirip Ordu ile Ünye’den güneye doğru çizerseniz, Karadeniz sahil dağlarından aşarak Kelkit Çayı kenarında kurulan Reşadiye ilçesinde birleşir. Bu iki çizginin kavşak noktasından tam sekiz saat kuzeye doğru yürünürse Canik Dağları’nın 300 metreye yakın kesiminde İskefsür ovasının batı ucunda oturan 300 haneli köyündeyim (Başçiftlik). Memuriyetimin ilk basamağı, yaşım 18’î dolduruyor, mevsim sonbahar, Kasım ayının başladığı ilk gün.

Halk arasında Başçiftlik’in kuruluşuyla ilgili en yaygın şeceresi ise şöyledir:  Padişah Yavuz’un Çaldıran kahramanı Mısır kurbanı Sinan Paşa, Horosan’dan gelirken şakır şakır akan bol sularına, balta girmeyen ormanlarına hayran olduğu için Başçiftlik’i kurmuş olmasıydı. 110 yaşında olan Ali Onbaşı’nın söylediğine göre Paşa’nın isteği üzerine Horosan’dan yapılan hamamın duvarları hala durmaktadır. Köyün en bilinen ve en geniş ailesi Tekkeşin Oğulları (Sinan Paşa’nın torunları), en geniş tarım arazilerine sahip ve köyde 33 senelik muhtarlık mührünü de ailenin elinde bulunmaktadır.

Kazım ÖZCAN, hatıratını anlatırken 33 yıldır muhtarlık mührünü elinde bulunduran Tekkeşin Oğulları sülalesinin hakimiyetini 2. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’nda milyonları idare etmesine benzetiyor. Ailenin en önemli özelliği merhametli, adil, cömert ve yardım sever olmasıydı. 

Yılın yedi ayı kar altında kalan köyde kışlar çok zor geçmekteydi. Halkın temel geçim kaynağı hayvancılıktı. Fakirliğin, yokluğun kol gezdiği köyde insanlar kıyafetlerini kendileri örerlerdi. Hemen hemen her evde bulunan el tezgahlarında kadınlar için şalvar, erkekler için aba (ceket, kaban)  dokunurdu. Çok kaliteli olmayan bu elbiseler insanları üç dört ay idare ederdi. Köyde hali vakti yerinde olanlar ise çapula ve çarık giyerlerdi. Yazın üretilen buğday ise temel besin maddesiydi bu köyde.

Temel ihtiyaçları karşılamak için Niksar’a veya Reşadiye’ye gidilirdi. Halkın ürettiği yumurta, tereyağı, koyun yünü, bal, ekmek ve çulları satmak için Keltepe’nin böğründen 6 saatte gidilen, 6 saatte gelinen Niksar yolculuğu hayatı daha da zorlaştırmaktadır. Bu zorlu yolculukta özellikle kış aylarında yollarda ölenler yaralananlar oluyordu. 

Kış mevsiminin bitmesine yakın, artık samanlıklar boşalmış, millette telaş başlar olmuştu. Özellikle Mart ayı Başçiflikliler için dert ayıydı çünkü; evde erzaklar, ahırdaki hayvanların da samanı otu tükenmek üzereydi. Köyün önde gelenleri köy odasında toplanır kimin neye ihtiyacı varsa belirlenir, kimde ne fazla ise ihtiyaç sahiplerine verilmesi kararlaştırılırdı. Bu samimi ve vefalı insanlar arasında olmaktan gurur duyuyor, kendimi artık Başçiftlikli olarak görüyordum.

Hele birde kış bitip bahar ayı geldi mi değmen köy ahalisinin keyfine. Çünkü mayıs ayı demek yaylalara göç demekti. Herkes koyununu, ineğini alır yaylanın yolunu tutardı. Mayısın 15’i dedi mi Başçiftlik’te çift sürme zamanıdır. Herkesi ayrı bir telaş alır köyde, bahar ayı arpa buğday ekim ayıdır; koyunların doğum zamanı, düğünlerin başlama ayıdır. Gençlerin dillerindeki türküler duygulara tercüman olur.

Yayla yolu yar yolu

Çevresinde çiçek dolu

Yayla gülü müsün yuvarlan da gel bana

Gelin misin kız mısın sarılacağım sana

Yıllar geçiyordu bu köyde.  Başçiflik’e geleli yedi sene olmuştu. Köyün manevi evladı olmuştum adeta. Osmanlı yıkılmış yeni bir Cumhuriyet kurulmuş, halk bitkin, yorgun ve çok sayıda şehit ve gazi vererek çıkmıştı savaştan. Kurtuluş savaşından Gazi olarak çıkan Cenik Ömer harp günlerini anlatır, köyün büyüğü olarak her anlamda bana destek olurdu. Yokluktan var olma mücadelesi veren bu köyde halkın geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olmasına rağmen sebze meyve yılın belirli dönemlerinde bulunur; onu da Niksar’a Reşadiye’ye gidenler ve parası olanlar alırdı sadece. İlk geldiğim günden beri erkek çocuklarını olduğu kadar kız çocuklarını da okutmak istiyordum. Ne yazık ki köy hayatının ve yokluğun vermiş olduğu zor şartlar çocukları okula değil tarlaya, ev işlerine, sürülere, çobanlığa yönlendiriyordu.

Bu köyde yemekler mutfakta bulunan ocak başında yanan odun ateşinde pişirilirken aynı zamanda odanın da ısınması sağlanarak tasarruf edilirdi. İskefsür Ovası’nın batısında bulunan Başçiftlik’te 32 göz medrese ve köy odası bulunmaktaydı. Dini konular, gelenek ve görenekleri içeren sohbetler köyün önde gelen kişileri tarafından burada yapılırdı. O kişilerden Hasan Hoca ve Ayanoğlu Hacı Emmi maneviyatı güçlü olan insanlardı.

Yemen ellerinde Moskofa esir düşmüş Memet Çavuş, Hasan Hoca (din bilgini- Çorum'da müderrislik yapmıştır), Ahmet çavuş, Memet Ali, Halil Aymak, Topçu Çavuşu Ahmet Pehlivan, Muhtar Ahmet Çavuş, Ali Dayı, Mustafa Usta, Hasan Külekçi köyün önde gelen ihtiyar heyetiydi.

Ve Başçiftlik'te değişim vakti;

Köyün önde gelenleri koyun kesmişler et yapmışlar beni de misafir olarak davet etmişlerdi. 16 kişi yanan ocağın başında bir yandan sohbet ederken diğer yandan da odun ateşinde pişen eti yiyorduk. 

Alınan ilk karar Kalederesi’nin üstüne köprü yapılması ve camilerin ahşap olan minarelerinin onarılması oldu.

Köyün en önemli sorunu yeniliğe açık lakin halkı üretime teşvik edecek birinin olmamasıydı. Oysaki arazi üretime müsaitti. Bu köyde kavun karpuz hariç diğer sebze ve meyvelerin yetiştirileceğine kani idim. Bunları köylüye anlatmalı; hıyar, fasulye, kabak, domates, biber yetiştirmek ve üretimini öğretmek gerekiyordu. Niksar’ın o zorlu yollarını aşarak beş altı saate Niksar’a vardım ve sebze meyve tohumları alarak bir bahar sabahında bunların ekimini köylüye gösterdim. 

Aylar sonra emeklerimiz karşılığını veriyordu. Fasulyeler dökmüş, kocaman kabaklar olmuş, hıyarlar, maydanozlar mis gibi kokularıyla bahçemi güzelleştiriyordu. Ben, emeğimin karşılığını verimli topraklarda ve buz gibi sularda artık Başçiftlik’te de sebze ve meyve yetiştirildiğini görerek idrak ettim. Sürekli buğday ve arpa ekmek toprağı yormuş verimler iyice azalmış artık başka ürünlere de yönelmenin vakti gelmişti. Sağlığı yerinde olan gençler ve orta yaştaki insanlar Başçiftlik’ten çalışmak için Niksar’a, Erbaa’ya Çarşamba’ya ve Samsun’a giderlerdi. Belki de tarım gelişirse bu insanlar artık gurbete gitmeyecek, kendi geçimlerini sağlayabileceklerdi. Zaten çektikleri zahmetler, yorgunluklar dillere türkü olmuştu adeta.

Sarı çiçek Meryemim

Boyun alçak Meryemim

Düşman kol kol olmuş

Haydi kaçak Meryemim


Ak koyun meler gelir

Dağları deler gelir

Merak etme gülüm

Bir gün baş başa gelir

Köyde atları olanlar yün ve buğday karşılığında Ordu ve Cenik köylerinden patates, Zile’den nohut getiriyorlardı kışın yemek için. Acaba orada Ordu’da yetişen patates Başçiftlik’te yetişmez miydi? Bu sorunun cevabını aramak için bahçeme ektiğim patatesler yeşillenince öğrenmiş oldum ve benden mutlusu yoktu artık. Çünkü kendi kaderini yaşamaya mecbur kalan gönlü zengin köye tarımı öğreterek vefa borcumu ödeyecektim. Artık insanlar arpa ekmeği değil çeşitli sebze ve meyveleri hem üretecek hem de yiyecekti. Artık muvaffak olursam köylü bolluğa kavuşacaktı, tek isteğim de buydu.

1933’lü yıllarda (tahmini) Başçiftlik, hem okuma yazama oranının arttığı hem de başta patates olmak üzere bal üretimi ve muhtelif sebzelerle Niksar, Reşadiye ve Tokat’ı besleyen bir çiftlik olmuştu. Sadece tarımda değil giyim kuşamda da değişikliğe gidildi (ceket, pantolon, ayakkabı…)

Görüldüğü üzere 2000’li yıllarda Başçiftlik’te temel geçim ve besin kaynağı olan patates, 1925’li yıllarda bir öğretmen tarafından yetiştirilmiş, tarıma kazandırılarak günümüze ulaşmasını sağlanmıştır. Hem de bunu o yıllarda bir öğretmen başarmıştır.

Geçen yılların ardından artık Başçiftlik’te sadece buğday değil; patates, domates, biber, patlıcan, hıyar gibi çok sayıda sebze yetiştirildiği görüldü. Tabi bu konuda gayret ve desteğini hiç esirgemeyen İhtiyar Heyeti unutulamaz.

1945 yılına kadar Başçiftlik’te öğretmenlik yapan Kazım ÖZCAN, bu şirin ilçede sadece bir eğitimci olarak kalmamış; köyün tarım, ticaret, imar, ağaçlandırılması gibi pek çok alanda  hizmetlerde bulunmuştur. 1945 yılında uzun soluklu  hizmetinden sonra, bu köyün öz evladı oldum dediği yerden, Başçiftlik’ten, Samsun’a tayini çıkmıştır.  Hüzünlü ve buruk bir ayrılık yaşadığı bu ilçede arkasında onlarca hizmeti yapmanın mutluluğuyla da davasını, mesleğini bu sefer de Samsun’un muhtelif yerlerinde icra etmiştir. 1951 yılında ise öğretmenlik yaptığı yerleri, hatıratlarını yayınlamıştır.

Başçiftlik için eşi benzeri görülmeyen bir mücadele azminin anlatıldığı ‘’Bizim Köyün Müellifi Kazım ÖZCAN’a’’ ait olan bu hatıratta görüldüğü üzere 18 yaşında gençliğinin baharında öğretmenliğinin ilk görev yeri olan köyü nasıl kalkındırdığı anlatılmaktadır. O, bu köy için sadece bir muallim olmamış; Cumhuriyetle birlikte değişen ve gelişen Türkiye’nin Başçiftlik’teki neferi olmuştur. Mücadelesinden asla yılmadan bu halk için, bu köy için gece gündüz, yaz kış demeden çalışmıştır. Onun bu mücadelesine, davasına da halk da duyarsız kalmamış; o toy öğretmeni bağrına basmış, kendinden saymıştır. Onun gösterdiği yolda yürümüştür. Kendisinden bizler razıyız, Allah da razı olsun. Onun ektiği tohumlar bugün ağaç oldu, meyvelerini vermektedir. 

Kazım ÖZCAN ismini bu zamana kadar duymamamız büyük haksızlıktır. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ilçemize yaptığı unutulmaz hizmetleriyle, hala günümüzde de birçok insanın gelir kapısı olan tarım faaliyetlerinin temellerini atması münasebetiyle mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeyen bu değerli şahsiyeti gün yüzüne çıkarmak ve hak ettiği değere kavuşturmak gerekiyordu. Naçizane bu görevi ben bu yazımla icra etmiş bulunmaktayım. Başçiftlik’in değişimi ve gelişimi noktasında bir dönüm noktası olan Kazım ÖZCAN’ın ismini yaşatmak adına bir mahalleye, sokağa hiç olmazsa bir çeşmeye verilerek yaşatmak bize biçilen bir vazife olsa gerek.

Rahmetle…

   İbrahim BEYAZIT  Yazar
 
 Tokattan.net
  ibrahimbeyazit60@gmail.com


Yazarın Diğer Yazıları
Okumadan Geçme
© Tüm hakları saklıdır
2016-2022 Tokattan.net